17 Ekim 2010 Pazar

SUSKUNLAR...



İçimde bir Pazar sıkıntısı… Nereye varacağını bilemediğim bir hâlet. Anlatacak çok şeyi olup da anlaşılamama yahut daha kötüsü yanlış anlaşılma korkusuyla susup kalan insanlar gibiyim bugünlerde.
Bu duruma en çok uyan kitap olduğu için belki, belki de son zamanlarda en çok sevdiğim ve yeni kitabı bir an önce çıksın diye beklediğim İhsan Oktay ANAR’ın en sevdiğim kitabı olduğu için bu sitede bahsedeceğim ilk kitap “SUSKUNLAR” olsun istedim.
İhsan Oktay ANAR, güzel dilimizin en girift labirentlerinde pusulasız, fenersiz çok rahat dolaşıyor ve yazdığı her şeyde aruz vezni ile yazılmış şiirler gibi yahut klasik musikimiz gibi,kendine has bir ritim oluyor. Yazar, her yazdığı romanda, anlattığı hikâyenin alt yapısını çok sağlam kuruyor ve beni her seferinde bilgisine hayran bırakıyor. “Âmat” da denizcilik, “Kitab-ül Hiyel” de mekanik ve “Suskunlar”da musiki… Kitabın alt okumalarında, satır aralarında ise buram buram Mevlevilik…
Gerisini arka kapağa bırakalım artık…
“Eflâtun rengi hayaller kuran bir “suskun”un sözleridir, bu roman. İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. O ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce... Sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin “gerçekliği”nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek. Hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. Çünkü Suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. Sonsuzluğun derin sessizliğinin “nefesini üfleyen” ve ona “can veren” bir adamın hayallerinin ete kemiğe bürünmüş kahramanları, en az sizler kadar gerçektir; ya da siz, en az onlar kadar bir düş ürünü... Bağdasar, Kirkor, Dâvut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael, Tağut, Veysel Bey ve diğerleri... Onlar, sessizliğin evreninden İhsan Oktay Anar’ın düş dünyasına duhûl ederek suskunluklarını bozmuşlardır. Bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu. Nevâ, belki de, herkesin âşık olduğu bir kadının pür hayâliydi. Hayâlet avcısı, kendi ruhunu yakalamaya çalıştı. Zâhir ve Bâtın ise, zıtlıkların muhteşem birliğinde denge bulan iki ayrı gücün cisimleşmiş hâliydi. Suskunlar’ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. Sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de “suskunlar”dan biri olacaksınız…”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder